Bir gün, hızla yürürken ayağınıza takılan bir çakıl taşını fark ettiğiniz oldu mu?
Ya da dalgın dalgın yürürken bir çiçeğin kokusunu alıp durduğunuz?
Muhtemelen hayır.
Çünkü acelemiz var.
Modern hayat bize hızın başarı, çokluğun değer, sessizliğin ise eksiklik olduğunu öğretti.
Oysa ruhun gıdası tam tersindedir: Yavaşlamakta, sadeleşmekte ve fark etmekte.
Manevi eğitim, çoğu zaman sanıldığı gibi sadece bilgi aktarmak değildir.
Bazen bir çocukla göz göze gelmek, bazen bir ihtiyarın duasına 'âmin' demektir.
Bazen de sadece durup "Ben ne yaşıyorum?" sorusunu sormaktır.
Çünkü kendine dönmeyen, Rabbi’ne dönemez.
Bugün maneviyat arayan nice insan, dış dünyada arıyor hakikati.
Oysa kalbin kapısını çalmak yeterlidir.
O kapı, ne kilitlidir ne gizlidir. Ama açmak için yavaşlamak, içe bakmak ve fark etmek gerekir.
Sessizlikte duyulan bir ayet, gözyaşında gizlenen bir tefekkür, bir dostun omzunda taşınan bir dua…
bunlar maneviyatın en saf halleridir.
Kendimize küçük bir görev:
Bugün sadece 10 dakika sessiz kalalım.
Ne ekran, ne konuşma, ne düşünce… Sadece "olalım". Bakalım ne duyacağız?
Belki de içimizdeki "gerçek bizi"…
"Hızla yaşarsan, ruhun geride kalır."