Bir kadın olarak dünyaya gelmek, sadece biyolojik bir gerçeklik değildir.
Bu, bir yolculuktur. Kimi zaman çetin, kimi zaman ilham verici…
Ama her zaman kendine sahip çıkmayı öğreten bir serüven.
Çocukluğumuzdan itibaren bize anlatılan hikâyeler genellikle “birilerinin bizi kurtaracağı” üzerine kuruludur.
Pamuk Prenses'i bekleyen prens, Rapunzel’i kuleden kurtaran şövalye...
Oysa gerçek hayatta hiçbir kule, içeriden istenmeden terk edilmez.
Ve gerçek kadınlar, kurtarıcıyı dışarıda değil, içeride bulur.
Toplumun Biçtiği Roller mi, Kendi Yolun mu?
Kadınlara biçilen roller genellikle sabittir: İyi evlat, iyi eş, iyi anne…
Oysa bizler aynı anda iyi bir düşünür, iyi bir lider, iyi bir birey de olabiliriz.
Kadın kimliğimiz bu rollere sığmaz; aksine taşar, taşır, dönüştürür.
Kendine sahip çıkmak, önce "Hayır" demeyi öğrenmekle başlar. Ardından "Ben buyum" demek gelir.
Bu cümle, özgürlüğün ilk adımıdır.
Sessizlik Değil, Söz Hakkı
Birçok kadın hâlâ sessizliği bir erdem sanıyor.
Oysa sessizlik çoğu zaman görmezden gelinmenin örtüsüdür.
Biz konuşmadıkça kalıplar konuşur.
Biz sustukça başkaları bizim yerimize karar verir.
Kadın sesi, toplumun vicdanıdır.
Susturuldukça çürür, yankılandıkça iyileştirir.
Bugün kendine sahip çıkan her kadın, yarın başka bir kadına cesaret olur.
Kadın olmak bir var oluş halidir. Ve her kadın kendi yolunu kendi yazar.