“Kırılan sadece bir tabak değildi. Kadının içindeki sessizlikti asıl dağılan.”
Bir evin mutfağında kırılan tabaklar çoğu zaman kazadır.
Ama bazı evlerde, o tabaklar öfkenin, çaresizliğin ve biriken suskunluğun simgesidir.
O kırık ses, sadece porseleni değil, kadının sabrını da parçalara ayırır.
Kadın olmak, çoğu zaman “idare etmek” fiiliyle eşanlamlı kullanılır.
Yıllar içinde bu kelimeyle büyütülür kız çocukları: İdare et, sineye çek, sus, kabullen.
Oysa sustukça büyür içimizdeki çığlık.
Ve bazen, o çığlık bir tabak sesiyle patlar.
Kadınlar konuşmayı unuttu. Ama en çok da anlaşılmayı.
Çünkü birini gerçekten anlamak, onun acısına kulak vermekle başlar.
Ama biz hep “hallederiz” dedik. Kendimiz için değil, başkaları rahat etsin diye.
Bu yüzden kırılan tabak kadar bile ses çıkaramadık yıllarca.
Oysa kadın olmak, yalnızca anne ya da eş olmakla sınırlı değil.
Kadın olmak, güçlü olmak zorunda da değil. Bazen sadece “olmak” yeterlidir.
Kırılmadan, parçalanmadan, görünür kalarak...
Sevilerek.
“Kadınlar kırılmaz aslında... Görülmeyince toz olur, unutulunca rüzgâra karışır.”