İnsan, doğduğu andan itibaren bir yolcudur. Ve bu yolculukta elinde tuttuğu hiçbir şey kalıcı değildir.
Eşya, makam, mal, dostluk…
Hepsi birer duraktır belki, ama hiçbiri son durak değildir.
Bu yüzden insan, kalıcı olana yönelmedikçe geçici olanın peşinde tükenmeye mahkûmdur.
Hayat, rüzgârda savrulan bir yaprak gibi; düşeceği yer belli olmayan bir seyrin içindedir.
Bugün güldüğüne yarın ağlayabilir, sevdiğine bir gün veda edebilirsin.
Bu yüzden her anın kıymeti, farkındalıkla yaşandığında ortaya çıkar.
“Dün geçti, yarın meçhul; tek sermayemiz şu an” der büyükler. Ne doğru…
Bir gün ansızın gelen bir haber, tüm planlarını alt üst edebilir.
İşte o an anlarsın: Hayat planlarla değil, takdirle ilerliyor.
Ve o takdir, her an elinden bir şeyleri alabilir.
Bunu idrak etmek, insanın gözündeki ‘sahip olma’ hırsını siler, yerine ‘emanet bilinci’ yerleşir.
Geçiciliğin farkında olan, sahip olduklarına şükreder; olmayanlar içinse sabreder.
"Yolcu olduğunu bilen, yükünü hafif tutar."