Hayat, anın içindeki güzellikleri kaçırmadan geleceğe doğru yürümeyi öğrenmektir.
Peki insan ne zaman durmalı, ne zaman ilerlemeli?
Bir yanı geçmişe bağlı, bir yanı geleceğe endişeli bir yolcuyuz.
Modern yaşam bize sürekli “anı yaşa” telkininde bulunuyor. Reklamlar, kişisel gelişim kitapları, sosyal medya…
Her şey ‘şu an’ın kıymetini bilmemizi salık veriyor.
Oysa gerçek şu ki insan, yalnızca “şu an”dan ibaret değildir.
Geçmişin hatıraları, geleceğin hayalleriyle örülüdür içimiz.
Ama plan yaparken hayatın ta kendisini ertelemiyor muyuz?
Hedefler uğruna harcanan günler, bir bakmışsın yıllara dönüşmüş.
“Yarın” dediklerimiz, bugünü es geçerken içimizde bir huzursuzluk büyür: “Ya hiç olmazsa?”
Oysa geleceği düşleyip plan yaparken bile, “şu an”a temas etmeden yaşam gerçek anlamını bulamaz.
Çünkü asıl güç, bugünü fark etmekte, bugünden yol alabilmektedir.
“Ne bugünü tüket, ne yarını takıntı yap.”
Hayat ne sadece planla yürür ne de başıboş serbestlikle güzelleşir.
Dengedir önemli olan.
Tıpkı bir cambaz gibi, ipte yürürken bir gözünü ileriye dikerken, ayaklarının bastığı noktayı da hissetmeyi bilmek gerekir.
Anı yaşamak ile geleceği planlamak, birbirine zıt değil; tamamlayıcıdır.
Hayat, bu ikisi arasında kurduğumuz dengeyle anlam kazanır.
Ne geçmişe saplanmalı, ne gelecekte kaybolmalı.
Çünkü gerçek hayat, ikisinin ortasında; tam da şimdidedir.