“Zaman sandığımız gibi geçmiyor, içimizde bir şey eksiliyor her dakika…”
Saatler akıyor, günler geçiyor, yıllar dönüyor. Ama biz durduğumuz yerde hızla yaşlanıyoruz.
Teknoloji hızlandı, dünya küçüldü, ulaşmak kolaylaştı.
Peki ya kendimize ulaşmak?
İşte orası hâlâ en uzun yolculuk.
Modern insanın en büyük yanılgısı, zamanı hep bir “yarış” olarak görmesi.
Hedefler, planlar, kariyer basamakları...
Her biri, bizi biraz daha kendimizden uzaklaştıran bir merdiven.
Kimse durup sormuyor: Bu telaş ne için?
Daha çok para mı?
Daha yüksek makam mı?
Yoksa sadece onaylanmak, sevilmek, görünmek mi?
Bir köyde yaşlı bir dede vardı.
Her sabah güneşi selamlar, ardından bir taşın üzerine oturur ve sadece nefes alırdı.
Ona sormuştum: “Hiç sıkılmıyor musun burada?”
Gülümseyerek yanıtladı: “Ben burada zamanla kavga etmiyorum evlat.
O gelir geçer; ben kalbimde olanı seyrediyorum.”
O gün anladım: Zamanı yönetmek, ajanda doldurmakla değil; ruhunu boşaltmamakla başlıyormuş.
“Zamanı değil, hayatı yönet. Çünkü geçen sadece saatler değil, senin ömrün.”