“Kimi şehirler konuşmaz, çünkü hafızaları susturulmuştur.”
Her şehrin bir hafızası vardır.
Bu hafıza duvarlara siner, kaldırımlarda gezinir, eski bir durağın demirine tutunur.
Ama biz artık yürürken başımızı kaldırmıyoruz; ne göğe bakıyoruz, ne de geçmişimize.
Kaldırımlar bir zamanlar sokak hikâyelerinin şahidiydi.
Ayakkabılardaki çamur, hayatın zorluğunu anlatırdı.
Bir çocuğun düşüp dizini kanatması, mahalle annelerinin telaşını tetiklerdi.
Şimdi ise aynı kaldırımlar, kulaklıkla yürüyen insanların sessizliğini taşıyor.
Bir kentin sokakları yalnızca ulaşım için değildir; aynı zamanda insanın kendine varma yolculuğudur.
Her adım, bir hatırayı bastırır, her taşın altında bir anı gizlidir.
Ama yeni şehirler, eski şehirleri yutarken; biz de geçmişimizi unutur olduk.
Kentleri “yenileştirdikçe” eskiden kalan ne varsa silmeye başladık.
Oysa şehirler, ruhlarını binalardan değil, yaşayanlarından alır.
Ve insan, aidiyetini asfaltla değil, çocukluğunun geçtiği kaldırımla kurar.
Bugün geçmişi aramak isteyen biri, sadece arşivlere değil, yaşlı bir duvarın gölgesine de bakmalı.
Çünkü kimi hatıralar yazıya dökülmez; sadece yaşanır.
“Bazı yollar, ayak izi değil, iz bırakılmış duygularla yürünür.”