Bir zamanlar çocuk sesleriyle çınlayan sokaklar şimdi sessiz...
Yusuf Bekir Yılmaz, mahalle kültürünün kaybolan ruhunu ve geride bıraktığı boşluğu sorguluyor.
Eskiden mahalleler vardı.
Kapı önlerinde oturan teyzeler, selam vermeden geçemediğin amcalar…
Bir çocuğun ağlaması, sadece annesini değil, komşusunu da ayağa kaldırırdı.
Çaydanlığın buharıyla paylaşılırdı dertler, kahkahalar ise plastik taburelerden yükselirdi.
Şimdi her şey çok “sessiz”…
Çocuklar balkonlara hapsoldu. Sokaklar sadece araçlara ait.
Komşuların adı bilinmiyor artık, zillerin sesi unutulalı çok oldu.
“Mahalle” denilince akla sadece konum geliyor; ruhu silinmiş bir koordinat noktası...
Bir Ses, Bir Selam, Bir Yürek Teması
Biz “komşu komşunun külüne muhtaç” diyen bir gelenekten geliyoruz.
Ama artık kimsenin külüne bile muhtaç değil gibi davrandığı bir çağdayız.
Modernleşmek adına yalnızlaştık.
Mahremiyet dedikçe kapılarımızı, gönüllerimizi kilitledik.
Oysa “gönül kapısı” anahtarla açılmaz, yüzle açılır.
Ve artık birbirimize dönük değil, ekranlara dönük yaşıyoruz.
Küçük Bir Oyun, Büyük Bir Kayıp
Bir çocuk “sek sek” oynamayı bilmiyorsa, bu onun değil, zamanın suçudur.
Ebeveynler korkudan sokağa salmıyor, ama ekranlara gözü kapalı teslim ediyor.
Saklambaç artık kimsenin saklanmadığı ama herkesin kaybolduğu bir oyuna dönüştü…
Mahalleyi Geri Kazanmak
Mahalle bir bina değil, bir bağdır.
Birlikte büyümek, birlikte yaşlanmaktır.
Belki çok geç değil…
Kapılar aralanabilir. Çocuklar tekrar “evcilik” oynayabilir.
“Gel, bir çay koyayım da içelim” cümlesi hâlâ bir mucize başlatabilir.
Son Söz Yerine:
Mahalle sessizleşti belki ama bizim içimizde hâlâ o ses var.
Tekrar duymak için sadece bir selam yeter.
Çünkü mahalle, önce yüreklerde kurulur.
Ve yıkımı da inşası da bizim elimizdedir.