Modern hayatın gürültüsü, insanın iç dünyasında yankılanan sessizlikleri çoğu zaman bastırır.
Oysa ruh, dışarıdaki karmaşanın aksine dinginliği arzular. İşte bu noktada terapi odasının sade sessizliği, bir ilacın şişesi gibi açılır danışanın önüne.
Orada ne yargı vardır, ne acele. Yalnızca şefkatle tanıklık eden bir göz ve içtenlikle dinleyen bir yürek…
Ruhsal Dayanıklılık Nedir?
Psikolojide "dayanıklılık" ya da literatürdeki adıyla resilience, bireyin zorlayıcı yaşam olayları karşısında kendini toparlayabilme gücüdür.
Ancak bu dayanıklılık bir zırh değil, içten gelen bir esneklik hâlidir. İnsan, kendini tanıdıkça, geçmişin yükleriyle barıştıkça dayanıklı hâle gelir.
Bu yüzden bazen bir çocukluk travması, bazen bastırılmış bir yas, bazen de anlaşılmayan bir duygu, insanın hayatını içten içe kemirebilir. Ve kişi, bu kırılganlığını yıllar sonra bir panik atakta, bir uykusuzlukta ya da ani bir öfke patlamasında fark edebilir.
Peki Ne Yapmalı?
İlk adım, inkâr etmemek.
İkinci adım, yardım istemekten çekinmemek.
Üçüncü adım ise, kendine karşı şefkatli olmak.
Çünkü çoğu zaman insanlar başkalarına gösterdiği merhameti kendilerine gösteremez.
Halbuki ruhun şifası, kişinin kendiyle kurduğu dürüst ve merhametli ilişkide saklıdır.
"İyileşmek, acının üzerini örtmek değil, onunla birlikte yürümeyi öğrenmektir."
İç dünyanızdaki fısıltılara kulak vermekten korkmayın.
Çünkü bazen en büyük dönüşümler, en sessiz fark edişlerle başlar.