Her sabah aynı şeyi söylüyoruz: “Çok yorgunum.”
Ama hiç düşündünüz mü, yorgun olan bedenimiz mi yoksa ruhumuz mu?
Beden yorgunluğu uyuyunca geçer.
Ruh yorgunluğu ise sustukça büyür.
Çünkü ruh, kendini ifade etmediğinde ağırlaşır.
Biriktirdiklerimiz, söyleyemediklerimiz, gözyaşı olup akmayanlarımız…
Hepsi ruhu taşır. O yüzden insan, sabah yataktan kalkarken bile kendini kırık dökük hisseder.
Danışanlarımda en çok gördüğüm cümle şudur: “Hocam, hiçbir şey yapmadım ama çok yoruldum.” İşte o hiçbir şey yapmama hali, ruhun tüm enerjisini tüketir.
Çünkü zihin sürekli çalışır.
Kendini eleştirir, geçmişi hatırlar, gelecekten korkar.
Ve o zihin, her gün biraz daha ruhu yıpratır.
Peki ne yapmalı?
Konuşmalı. Bir dostla, bir terapistle, bir defterle…
Ama konuşmalı. Çünkü söylenen her kelime, ruhun yükünü azaltır.
Susmak güçlü olmak değil, kendini sessizce tüketmektir.
Unutma; sesli düşünmek, içindeki fırtınayı dindirir.
Ruhun da bedene benzeyen bir kas sistemi vardır.
Kullanılmadıkça güçsüzleşir, konuştukça toparlanır.
-
Ruh yorgunluğu, bedensel yorgunluktan daha ağırdır.
-
Konuşmak, ruhun yükünü hafifletir.
-
Susmak güçlü olmak değil, kendini tüketmektir.