Bazen danışanlarım şöyle der: “Hocam, sanki içim yanıyor ama ateşim yok.” İşte tükenmişlik böyle bir şeydir.
Yavaşça yanarsın, için kavrulur ama dışarıdan kimse fark etmez.
Gülerken bile içinden ağlarsın.
Tükenmişlik, sadece iş yükünden kaynaklanmaz.
Beklentiler, sorumluluklar, başaramama korkusu, kendini değersiz hissetme…
Hepsi yavaşça tüketir insanı. Sabah yataktan kalkmak bile zor gelir.
Her gün aynı döngü, aynı yorgunluk, aynı isteksizlik…
En tehlikelisi de nedir biliyor musunuz?
İnsan kendi tükenişini normalleştirir. “Herkes yoruluyor zaten, ben de böyleyim.” der.
Oysa tükenmişlik, bedensel değil, ruhsal bir alarmdır.
Ve ruh yorgunsa, beden dinlenemez.
Ne yapmalı?
Durmalı.
Bir kahve içmeli, derin nefes almalı, kendine şefkat göstermeli.
Gerekirse profesyonel destek almalı.
Unutma, tükenmişlik tembellik değildir.
Tükenmişlik, çok uzun süre güçlü görünmeye çalışmanın bedelidir.
“Tükenmek, zayıf olmak değil; insan olmaktır.
İyileşmek için önce durmak gerekir.”