Modern birey “almak” için yaşıyor. Üstelik sadece nesneleri değil; beğenileri, ilgiyi, onayı, statüyü…
Bu arzular gün geçtikçe çoğalıyor.
Peki ihtiyaçlarımız da aynı oranda artıyor mu?
Arzu, psikolojide doğal bir dürtüdür.
Ama doyumsuzlaştığında bir girdaba dönüşür.
Bugün birçok terapi seansında kişi mutsuzluğunun nedenini şöyle tanımlar:
“Her şeyim var ama hiçbir şeyim yok gibi hissediyorum.”
Çünkü tükettikçe eksiliyoruz. Sahip oldukça yoksunlaşıyoruz.
İhtiyaçlarımızın değil, arzularımızın peşinde koşarken kendimizden uzaklaşıyoruz.
Sosyal medyada gördüğü bir yaşamı arzulayan genç, kendi hayatından utanıyor.
Reklamlarla şekillenmiş “başarılı insan” kalıplarına uymayan birey, değersizlik hissiyle mücadele ediyor.
Bu çağda istemek, yaşamak kadar yorucu.
Çünkü her şey mümkün görünse de hiçbir şey tatmin etmiyor.
Oysa gerçek doyum, “ihtiyacını tanımakla” başlar.
Sessizlik, sadelik ve kendilikle bağ kurmakla…
Ve bazen bir “hayır” demek, yüz “evet”ten daha sağaltıcıdır.
“Her şeyin mümkün olduğu bir çağda; sade kalmak bir ruhsal devrimdir.”
— Dr. Nevin Sancar
-
Tüketim kültürü, bireyin ihtiyaç ile arzuyu ayırt etmesini zorlaştırıyor.
-
Doyumsuzluk, psikolojik yorgunluk ve kimlik kaybı yaratıyor.
-
Ruhsal denge, sadeleşmek ve kendi gerçek ihtiyaçlarını tanımakla sağlanır.